Ömer Ziyâeddin Dağıstânî Kimdir?
Sekiz kardeşten yedincisi olup ilk eğitimini zamanının ulemasından olan babasından almıştır. İslâmî ilimleri, Arapça ve çeşitli Kafkas lehçelerini de ondan öğrenmiş, daha sonra medreseye giderek eğitimine devam etmiş, Taftâzânî’nin Şerh-i Akaid’ine kadar medresede eğitim görmüştür.
Ömer Ziyâeddin Efendi, gençlik yıllarında Kafkasya’da Ruslara karşı yıllardır sürdürülmekte olan mücadelelere katıldı. 1877-78 Osmanlı Rus Harbi’nde Osmanlı Devleti’nin savaşta yenilmesi neticesinde bölge tamamıyla Rus kontrolü altına girmiş, Dağıstan halkları ile birlikte Ömer Dağıstânî Hazretlerinin ailesi de Osmanlı topraklarına hicret etmiştir.
Ulema ailesinden gelen ve Nakşi-Halidî tarikatıyla önceden bağı olan Ömer Ziyâeddin Efendi, payitaht İstanbul’a yerleştiklerinde Nakşibendî şeyhi Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevî Hazretlerine intisap eder. Ve böylelikle Dağıstan’da başladığı eğitimine İstanbul’da Gümüşhânevî Tekkesi’nde devam eder.
Çalışmalarındaki ciddiyeti, çalışkanlığı ve ihlası ile hocasının dikkatini çeken Dağıstânî Hazretleri’ne hocası “Oğlum, sana Ziyâeddin adını veriyorum, isminle muammer ol.” der ve bundan sonra ismi Ömer Ziyâeddin diye anılır.
Tefsir, hadis, fıkıh gibi İslâmî ilimlerde eğitim alan Dağıstânî Hazretleri, hocası Şeyh Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevî Hazretleri’nden icazet ve hilafet almıştır. Bir gün hocasının onu “Hafız Ömer” diye çağırdığı, bunun üzerine o gece Kurân-ı Kerîm’i ezberlemeye başladığı ve bir rivayete göre dört, diğer bir rivayete göre ise altı ayda Kur'ân-ı Kerîm’i hıfzettiği kaynaklarda yazılıdır. Aynı zamanda bir hadis hafızı da olan Ömer Ziyâeddin Hazretleri’nin iki yüz bin hadisi ravîleriyle birlikte ezberlediği naklolunur. Teravih namazlarını altı saatte tam bir hatimle kıldırdığı, namazı bitirip eve geldiklerinde sahur vakti olduğu ve ömrünün son döneminde bile Kur'ân’ı Fatiha okur gibi okudukları kaynaklarda ifade edilmiştir.
Ömer Ziyâeddin Efendi 1879’da tahsilini tamamlayıp icazet aldıktan sonra Edirne II. Ordu XIX. Alay Müftülüğü’ne tayin edilir ve 1894 Aralık’ına kadar bu vazifede kalır. 1895 ile 1906 yılları arasında Malkara’da kadı naipliği yapar, 1903’te, bir yıl için yüksek rütbeli bir kadılık olan Kudüs mevleviyetine getirilir. Daha sonra, 12 Mart 1906 ile 14 Ağustos 1908 yılları arasında Tekirdağ kadı naipliği yapıp, hukuk ve ceza mahkemesi riyasetinde bulunur. Ağustos 1908’de yani II. Meşrutiyet’in ilanından sonra personel kadrolarında yapılan düzenlemeler sonucu emekliye ayrılıp, İstanbul’a döner.
II. Abdülhamid Hân’ın tahttan indirilmesiyle sonuçlanan 31 Mart Vakasından sonra Ömer Ziyâeddin Efendi Medine-i Münevvere’ye sürgüne gönderilmiş ve Medine’de beş buçuk ay zorunlu olarak ikamet etmiştir. Bu sıralarda Mısır Hidivi Abbas Hilmi Paşa, rüyada gördüğü bir işaret üzerine Medine’ye gitmiş ve Ömer Ziyâeddin Efendi’yi de yanına alarak Mısır’a getirmiş ve kendisini sarayına yerleştirmiştir.
Mısır’da Hidiv’in Müntezeh Sarayı’na yerleşen ve Hidiv’in saray hocalığı ve imamlığını yapan Dağıstânî yaklaşık on yıl Mısır’da kalır. Mısır’dayken I. Dünya Savaşı başlar ve İngilizler Mısır halkından paralı asker toplamaya çalışır. Bu durumu engellemek, halkı bilinçlendirmek amacıyla Ömer Ziyâeddin Efendi bildiriler yayımlar, broşürler dağıtır ve “Müslüman Müslümanın kardeşidir. Müslüman kardeşine kurşun atmaz, halifeye karşı gelmeyiniz” der. Bunun üzerine İngilizler tarafından hapsedilip idama mahkûm edilir, ancak Osmanlı yanlısı tavır izleyen ve bu sebeple I. Dünya Savaşı başladığında İsviçre’ye gönderilerek kontrol altında tutulmak istenen Hidiv Abbas Hilmi Paşa’nın olayı öğrenmesi ve müdahale etmesiyle Dağıstânî Hazretleri serbest bırakılır. Mısır’dayken de ilmî faaliyetlerine devam eden Ömer Ziyâeddin Efendi birçok eser kaleme almıştır.
Safranbolulu İsmail Necati Efendi’nin vefatı üzerine 1919 yılında İstanbul’a dönerek Gümüşhânevî Tekkesi’ne postnişin olur. Şeyh Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevî’den sonra postnişin olan Kastamonulu Hasan Hilmi ve Safranbolulu İsmail Necati Efendi’lerden sonra üçüncü halife olarak irşad makamına Ömer Ziyâeddin Efendi geçmiştir.
Mısır’dan döndükten sonra 5 Ağustos 1919’da Süleymaniye Medresesi’nde (Medresetü’l-Mütehassısîn) Hilâfiyat Müderrisliğine tayin edilir, daha sonra ise 27 Ekim 1920’de aynı medresenin Hadis-i şerîf Müderrisliğinde göreve getirilir.
Hayatının son iki yılında Süleymaniye Medresesi’nde müderrislik ve aynı zamanda Gümüşhânevî Tekkesi’nde şeyhlik vazifesinde bulunur. Sultan Vahdeddin'in bizzat gelip yaptıkları şeyhülislamlık teklifini "işgal altında bulunan bir memlekette fetvâ makâmı işgal edilemez” diyerek kabul etmez.
İslâm Dünyasının bu en zor zamanlarında ve özellikle payitaht İstanbul’un işgal altında olduğu zor bir dönemde postnişin olarak vazife yapan Ömer Ziyâeddin Dağıstânî Hazretleri 18 Kasım 1921 Cuma günü Gümüşhânevî Tekkesi’nde dâr-ı bekâya irtihal etmiş, Süleymaniye Camii haziresindeki Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevî ve halifelerine mahsus bölümde ebedi istirahatgâhına tevdi edilmiştir.
Ömer Ziyâeddin Dağıstânî Hazretleri Türkçe, Arapça, Farsça, Rusça, Dağıstan dillerini ve Orta Asya Türk lehçelerini bilir ve bu dillerde eserler kaleme alırdı. Başlıca hadis, fıkıh, kıraat ve tasavvuf gibi ilim dallarında olmak üzere manzum ve mensur; matbu ve gayr-i matbu yirmiyi aşkın eseri vardır.
Şâirlik yönü de olan Ömer Ziyâeddin Efendi'nin Lezgi dili (Çerkezce) ile yazılmış Mevlîd-i Şerîf'i bin beyitliktir. Dağıstan yöresinde Süleyman Çelebi'nin Mevlid'i gibi meşhurdur. Ayrıca Şeyh Şamil'in kabilesinin dili ile yazılmış Kısâs-ı Enbiya adlı manzum eseri vardır. Eserleri İstanbul, Trabzon, Edirne gibi Osmanlı vilayetleri ile Dağıstan ve Mısır’ın çeşitli matbaalarında basılıp neşredilmiş, değişik bölgelerde, geniş bir kesime feyz kaynağı olmuştur.
Başlıca eserleri; Fetevâ-yı Ömeriyye bi-Tarikati’l-Aliyye, et-Teshiletü’l-Atire fi’l-Kıraati’l-Aşere, Mucizât-ı Nebeviyye, Sünen-i Akvâli’n-Nebeviyye mine’l-Ehâdîsi’l-Buhâriyye, Zevâidü’z-Zebidî,Adâb-u Kıraati’l-Kur’ân, Hadis-i Erbaîn fî Hukuki’s-Selâtîn, Mir’ât-ı Kânûn-i Esâsî, Zübdetü’l Buhârî ve Lügatü’l-Evzan’dır.
İlm-i zâhir ve bâtında son derece kuvvetli olan Ömer Ziyâeddin Dağıştânî Hazretleri uzun boylu, beyaz yüzlü, ak sakallı ve oldukça vakûr olup, çok cömert idi. (Kaddesallahu Sırrahu’l-Aziz)