MESCİD-İ AKSA YIKILMASIN!!

Dini Haberler 20.10.2024 - 18:38, Güncelleme: 20.10.2024 - 19:12
 

MESCİD-İ AKSA YIKILMASIN!!

Üç büyük dinin kutsalı olarak kabul edilmesi, onun kaderine adeta kazınmış bir gerilim hattı gibi… Oysaki bu üç din kavramı, insanlığın yüzyıllardır şekillendirdiği bir ayrılığın ürünü. Hiçbir peygamber, "Ben şu dini getiriyorum," dememiştir.
MESCİD-İ AKSA YIKILACAK! Kudüs, yüzyıllar boyunca nice orduların, işgallerin ve kuşatmaların gölgesinde kalmış, her bir adımında tarih kokan bir şehir… Hz. İsa'nın İncil'de ona seslenirken "Ey Yeruşalim! Peygamberleri öldüren, kendisine gönderilenleri taşlayan Yeruşalim!" sözleriyle betimlediği bu kadim diyar, barışla anılması gereken isminin ardında derin bir trajediyi gizliyor. Tarihin sayfalarına baktığımızda, kırktan fazla kez el değiştiren, elliden fazla kez kuşatılan ve yirmiden fazla kez işgal edilen bu şehir, "barış şehri" anlamına gelen Yeruşalim adıyla bile zıtlıkların, acıların ve umutların bir aynası gibi duruyor. Üç büyük dinin kutsalı olarak kabul edilmesi, onun kaderine adeta kazınmış bir gerilim hattı gibi… Oysaki bu üç din kavramı, insanlığın yüzyıllardır şekillendirdiği bir ayrılığın ürünü. Hiçbir peygamber, "Ben şu dini getiriyorum," dememiştir. Her biri, İslam'ın özüne uygun bir öğretiyle gelmiş, nihayetinde bu hakikat, Hz. Muhammed (s.a.v) ile İslam adıyla mühürlenmiştir. Din adına sürdürülen mücadeleler ve zulümler, aslında insanlığın sapkın yorumlarının, yanlış anlayışlarının ürünüdür. Allah’ın dini tektir; O'nun indirdiği yol birdir ve o da İslam’dır. Allah’ın kullarını birbirine düşürecek, bölünmelere yol açacak farklı dinler göndermiş olması elbette düşünülemez. Kudüs’ün, barış ve esenliğin hüküm sürdüğü bir diyar olma vasfını en çok Müslümanların himayesi altında yaşadığı gerçeği de buradan gelir. Çünkü Müslümanlar, Hz. Musa’nın ve Hz. İsa’nın ümmetini de peygamberlere olan inançları sebebiyle iman kardeşi olarak görürler. Ne var ki, Yahudiler ve Hıristiyanlar bu bakışı Müslümanlara yöneltmezler. Kudüs'ün acısı, insanlığın ortak mirasıdır. Bu şehir, barışın sembolü olması gereken isminde, tüm insanlığa birlik ve beraberlik çağrısı yapmaya devam ediyor. Eğer Kudüs'te ve bütün Filistin topraklarında gerçek ve kalıcı bir barış isteniyorsa, bu ancak Osmanlı asırlarında olduğu gibi, Müslümanların adaleti, hoşgörüsü ve Müslümanların insan varlığına verdiği anlamın dengesiyle kurulmuş bir düzenin yeniden inşasıyla mümkün olabilir. Çünkü bu topraklarda Yahudiler ve Hıristiyanlar için kutsal olan her şey, Müslümanlar için de aynı derin saygıyı ve hürmeti taşır. Bu ortak inanç, bu derin anlayış, Kudüs'ün yönetiminin ancak Müslümanların elinde olduğunda herkes için adil bir şekilde sürdürülebileceğini göstermektedir. Osmanlı yönetimi bunun kanıtıdır. Ancak insan düşünmeden edemiyor: Kudüs Müslümanların eline geçerse, Mekke'de Kâbe'nin yanı başında hâşâ Kâbe’ye kafa tutarcasına yükselen dev gökdelenlerin benzerlerinin, Mescid-i Aksa'nın yanı başına dikilmeyeceğini kim garanti edebilir? Kutsallığı yalnızca taşlarla değil, o taşların ardındaki maneviyatla anlamlandırmamız gerekirken, modern dünyanın hızla kutsalları ticarileştirmesi karşısında hangi manevi değer ileriye taşınabilir? Museviler ve Hıristiyanlar arasında yaygın olan bir inanışa göre MESİH yeryüzüne geldikten sonra bin yıl sürecek bir dünya düzeni kuracaktır. Bu bin yıllık krallık, adalet ve barışın hüküm sürdüğü, ilahi bir düzenin yeryüzüne indiği bir çağ olarak tasvir edilmiştir. Ne ki ilahi düzen ve barışın hiçbir zaman yeni doğmuş masum bebeklerin kanları ve cesetleri üzerinde kurulamayacağını göremiyorlar. Museviler ve Hıristiyanlar, Mesih'in gelmesinin koşulları konusunda büyük ölçüde anlaşırlar. Bu koşullardan biri İsrail'in kurulması ve “Eretz Israel” adı verilen topraklara egemen olmasıdır. Hıristiyan âleminin, İsrail'e verdiği olağanüstü desteğin arkasındaki motivasyonlardan birisi bu inanıştır. İsrail'in devlet olarak varlığı, özellikle bu inancın gerçekleşmesinde anlamını kazanan bir semboldür. Yahudi inancına göre, Mesih'in gelmesini hızlandıracak adımlardan biri, Yahudilerin vaat edilen topraklara geri dönmesi burada egemenlik kurmasıdır. Hıristiyan dünyasında da Mesih inancı, benzer bir şekilde şekillenir; Özellikle Evanjelik Hıristiyanlar, İsrail'in varlığını Mesih'in dönüşüne giden yolun bir parçası olarak görürler.  Bu bağlamda, Hıristiyan âleminin İsrail'e sağladığı olağanüstü desteğin sonuçları ve büyük motivasyonlardan biri, Mesih'in dönüşünü hızlandırma arzusudur. Özellikle ABD'de güçlü bir etki olan Evanjelik Hıristiyanlar, İsrail'i kutsal bir müttefik olarak görürler ve onun geleneklerinin korunmasının dini bir gereklilik olduğunu düşünürler. Bu dini inanç, modern siyasetin büyük yansıması, İsrail'e verilen desteği hem politik hem de manevi bir görev haline getirmiştir. Hıristiyan âleminin İsrail'e sağladığı olağanüstü desteğin altında yatan önemli motivasyonlardan biri de bu inançtır. Mesih'in dönüşünü hızlandırmak adına İsrail'in korunmasına ve genişletilmesine inanıyorlar. Özellikle ABD'deki güçlü Evanjelik hareketi, İsrail'e yönelik bu desteği kutsal bir görev olarak görüyor ve bunun politik faturasını da dünyaya kesiyor. Yapılacak daha çok iş var. Mescid-i Aksa yıkılacak, Tapınak Tepesi Müslüman izlerinden temizlenecek ve Süleyman Mabedi Siyonistler tarafından yeniden yapılacak. Süleyman Mabedi olarak bilinen mabedi ilk kez Hz Davud yapmak istedi ancak kendisine ilahi izin verilmedi. Bir peygamber olduğu halde bu mabedi inşa etmesine müsaade edilmemesi derin bir hikmet taşır. Şimdi Siyonistlerin elleri ile yapılmak istenen mabed kimin adına ve ne için yapılmak isteniyor? Bu sorunun yanıtı, Kudüs'ün insanlığın ortak mirası olarak varlığını sürdürebilmesi için hayati önemdedir. Yahudiler bir zamanlar Allah’ın, kendilerini âlemlere üstün kıldığının hatırası gördükleri mabedi Siyonistler eliyle masumların kanını dökerek yeniden inşa etmek peşindeler. Siyonist hareket, her ne kadar dini referanslara aşırı şekilde atıfta bulunsa da, samimi ve derin bir dindarlık profili çizmekten oldukça uzaktırlar. İlk Siyonistlerin de dine olan ilgisi ve bağlılığı oldukça zayıftı; motivasyonları, dini bir coşku ya da inançtan çok, sosyalist ve liberal düşünce temelinde şekillenmişti. Siyonizm, başlangıçta bir inanç hareketi olmak yerine, ulusal bir kimlik ve ideolojik bir arayış üzerine kurulmuş bir birlikti. Bugün, mabedi inşa etmeye yönelik atılan adımların yolunda temel güdü, bu toplumsal ve ideolojik ayrılıkları göz ardı ederek dini gerekçelerle Hıristiyanları kendi yanlarına çekmektir. Hz. Süleyman'ın hatırasını taşıyan bir mabedin, manevi bir derinlikten çok politik bir sembol olarak kullanılması, maddi dünyanın çekişmelerine araç yapılması, bir güç gösterisi olarak yeniden inşa edilmek istenmesi, Siyonistlerin gerçek niyetlerini gözler önüne sermektedir. Maneviyatın politik amaçlarla harmanlandığı bu karanlık dönemde, Kudüs'ün kutsallığını korumak, bütün insanlık için bir sorumluluktur. Bu mabed, bir inancın değil, insanlığın ortak değeridir. Dünyada her zaman kendi anladığının en doğru olduğunu düşünen ve kendi gerçekliğini hakikat sayarak başkalarına dayatan insanlar olmuştur.   ANCAK TARİH BOYUNCA HİÇBİR PEYGAMBER DİĞER PEYGAMBERLERİN ÜMMETİNİ ÖLDÜRÜN DEMEMİŞTİR. Allah'ın yarattığı cana kıymak, asla ilahi bir görev değildir; aksine, bu yolda yürüyenler büyük bir yanılgı içindedir. Allah’ın yaratmış olduğu cana kıyanlar bunu yaparak Yahve’ye veya Hz. Musa’ya yaranacaklarını düşünüyorsa fena halde yanıldıklarını mutlaka göreceklerdir. ŞAFAK TUNÇ / TARİHÇİ YAZAR
Üç büyük dinin kutsalı olarak kabul edilmesi, onun kaderine adeta kazınmış bir gerilim hattı gibi… Oysaki bu üç din kavramı, insanlığın yüzyıllardır şekillendirdiği bir ayrılığın ürünü. Hiçbir peygamber, "Ben şu dini getiriyorum," dememiştir.

MESCİD-İ AKSA YIKILACAK!

Kudüs, yüzyıllar boyunca nice orduların, işgallerin ve kuşatmaların gölgesinde kalmış, her bir adımında tarih kokan bir şehir… Hz. İsa'nın İncil'de ona seslenirken "Ey Yeruşalim! Peygamberleri öldüren, kendisine gönderilenleri taşlayan Yeruşalim!" sözleriyle betimlediği bu kadim diyar, barışla anılması gereken isminin ardında derin bir trajediyi gizliyor.

Tarihin sayfalarına baktığımızda, kırktan fazla kez el değiştiren, elliden fazla kez kuşatılan ve yirmiden fazla kez işgal edilen bu şehir, "barış şehri" anlamına gelen Yeruşalim adıyla bile zıtlıkların, acıların ve umutların bir aynası gibi duruyor. Üç büyük dinin kutsalı olarak kabul edilmesi, onun kaderine adeta kazınmış bir gerilim hattı gibi… Oysaki bu üç din kavramı, insanlığın yüzyıllardır şekillendirdiği bir ayrılığın ürünü. Hiçbir peygamber, "Ben şu dini getiriyorum," dememiştir. Her biri, İslam'ın özüne uygun bir öğretiyle gelmiş, nihayetinde bu hakikat, Hz. Muhammed (s.a.v) ile İslam adıyla mühürlenmiştir.

Din adına sürdürülen mücadeleler ve zulümler, aslında insanlığın sapkın yorumlarının, yanlış anlayışlarının ürünüdür. Allah’ın dini tektir; O'nun indirdiği yol birdir ve o da İslam’dır. Allah’ın kullarını birbirine düşürecek, bölünmelere yol açacak farklı dinler göndermiş olması elbette düşünülemez. Kudüs’ün, barış ve esenliğin hüküm sürdüğü bir diyar olma vasfını en çok Müslümanların himayesi altında yaşadığı gerçeği de buradan gelir. Çünkü Müslümanlar, Hz. Musa’nın ve Hz. İsa’nın ümmetini de peygamberlere olan inançları sebebiyle iman kardeşi olarak görürler. Ne var ki, Yahudiler ve Hıristiyanlar bu bakışı Müslümanlara yöneltmezler.

Kudüs'ün acısı, insanlığın ortak mirasıdır. Bu şehir, barışın sembolü olması gereken isminde, tüm insanlığa birlik ve beraberlik çağrısı yapmaya devam ediyor.

Eğer Kudüs'te ve bütün Filistin topraklarında gerçek ve kalıcı bir barış isteniyorsa, bu ancak Osmanlı asırlarında olduğu gibi, Müslümanların adaleti, hoşgörüsü ve Müslümanların insan varlığına verdiği anlamın dengesiyle kurulmuş bir düzenin yeniden inşasıyla mümkün olabilir. Çünkü bu topraklarda Yahudiler ve Hıristiyanlar için kutsal olan her şey, Müslümanlar için de aynı derin saygıyı ve hürmeti taşır. Bu ortak inanç, bu derin anlayış, Kudüs'ün yönetiminin ancak Müslümanların elinde olduğunda herkes için adil bir şekilde sürdürülebileceğini göstermektedir. Osmanlı yönetimi bunun kanıtıdır.

Ancak insan düşünmeden edemiyor: Kudüs Müslümanların eline geçerse, Mekke'de Kâbe'nin yanı başında hâşâ Kâbe’ye kafa tutarcasına yükselen dev gökdelenlerin benzerlerinin, Mescid-i Aksa'nın yanı başına dikilmeyeceğini kim garanti edebilir? Kutsallığı yalnızca taşlarla değil, o taşların ardındaki maneviyatla anlamlandırmamız gerekirken, modern dünyanın hızla kutsalları ticarileştirmesi karşısında hangi manevi değer ileriye taşınabilir?

Museviler ve Hıristiyanlar arasında yaygın olan bir inanışa göre MESİH yeryüzüne geldikten sonra bin yıl sürecek bir dünya düzeni kuracaktır. Bu bin yıllık krallık, adalet ve barışın hüküm sürdüğü, ilahi bir düzenin yeryüzüne indiği bir çağ olarak tasvir edilmiştir. Ne ki ilahi düzen ve barışın hiçbir zaman yeni doğmuş masum bebeklerin kanları ve cesetleri üzerinde kurulamayacağını göremiyorlar.

Museviler ve Hıristiyanlar, Mesih'in gelmesinin koşulları konusunda büyük ölçüde anlaşırlar. Bu koşullardan biri İsrail'in kurulması ve “Eretz Israel” adı verilen topraklara egemen olmasıdır. Hıristiyan âleminin, İsrail'e verdiği olağanüstü desteğin arkasındaki motivasyonlardan birisi bu inanıştır.

İsrail'in devlet olarak varlığı, özellikle bu inancın gerçekleşmesinde anlamını kazanan bir semboldür. Yahudi inancına göre, Mesih'in gelmesini hızlandıracak adımlardan biri, Yahudilerin vaat edilen topraklara geri dönmesi burada egemenlik kurmasıdır. Hıristiyan dünyasında da Mesih inancı, benzer bir şekilde şekillenir; Özellikle Evanjelik Hıristiyanlar, İsrail'in varlığını Mesih'in dönüşüne giden yolun bir parçası olarak görürler.  Bu bağlamda, Hıristiyan âleminin İsrail'e sağladığı olağanüstü desteğin sonuçları ve büyük motivasyonlardan biri, Mesih'in dönüşünü hızlandırma arzusudur. Özellikle ABD'de güçlü bir etki olan Evanjelik Hıristiyanlar, İsrail'i kutsal bir müttefik olarak görürler ve onun geleneklerinin korunmasının dini bir gereklilik olduğunu düşünürler. Bu dini inanç, modern siyasetin büyük yansıması, İsrail'e verilen desteği hem politik hem de manevi bir görev haline getirmiştir.

Hıristiyan âleminin İsrail'e sağladığı olağanüstü desteğin altında yatan önemli motivasyonlardan biri de bu inançtır. Mesih'in dönüşünü hızlandırmak adına İsrail'in korunmasına ve genişletilmesine inanıyorlar. Özellikle ABD'deki güçlü Evanjelik hareketi, İsrail'e yönelik bu desteği kutsal bir görev olarak görüyor ve bunun politik faturasını da dünyaya kesiyor.

Yapılacak daha çok iş var. Mescid-i Aksa yıkılacak, Tapınak Tepesi Müslüman izlerinden temizlenecek ve Süleyman Mabedi Siyonistler tarafından yeniden yapılacak.

Süleyman Mabedi olarak bilinen mabedi ilk kez Hz Davud yapmak istedi ancak kendisine ilahi izin verilmedi. Bir peygamber olduğu halde bu mabedi inşa etmesine müsaade edilmemesi derin bir hikmet taşır. Şimdi Siyonistlerin elleri ile yapılmak istenen mabed kimin adına ve ne için yapılmak isteniyor?

Bu sorunun yanıtı, Kudüs'ün insanlığın ortak mirası olarak varlığını sürdürebilmesi için hayati önemdedir. Yahudiler bir zamanlar Allah’ın, kendilerini âlemlere üstün kıldığının hatırası gördükleri mabedi Siyonistler eliyle masumların kanını dökerek yeniden inşa etmek peşindeler.

Siyonist hareket, her ne kadar dini referanslara aşırı şekilde atıfta bulunsa da, samimi ve derin bir dindarlık profili çizmekten oldukça uzaktırlar. İlk Siyonistlerin de dine olan ilgisi ve bağlılığı oldukça zayıftı; motivasyonları, dini bir coşku ya da inançtan çok, sosyalist ve liberal düşünce temelinde şekillenmişti. Siyonizm, başlangıçta bir inanç hareketi olmak yerine, ulusal bir kimlik ve ideolojik bir arayış üzerine kurulmuş bir birlikti. Bugün, mabedi inşa etmeye yönelik atılan adımların yolunda temel güdü, bu toplumsal ve ideolojik ayrılıkları göz ardı ederek dini gerekçelerle Hıristiyanları kendi yanlarına çekmektir.

Hz. Süleyman'ın hatırasını taşıyan bir mabedin, manevi bir derinlikten çok politik bir sembol olarak kullanılması, maddi dünyanın çekişmelerine araç yapılması, bir güç gösterisi olarak yeniden inşa edilmek istenmesi, Siyonistlerin gerçek niyetlerini gözler önüne sermektedir.

Maneviyatın politik amaçlarla harmanlandığı bu karanlık dönemde, Kudüs'ün kutsallığını korumak, bütün insanlık için bir sorumluluktur. Bu mabed, bir inancın değil, insanlığın ortak değeridir.

Dünyada her zaman kendi anladığının en doğru olduğunu düşünen ve kendi gerçekliğini hakikat sayarak başkalarına dayatan insanlar olmuştur. 

 ANCAK TARİH BOYUNCA HİÇBİR PEYGAMBER DİĞER PEYGAMBERLERİN ÜMMETİNİ ÖLDÜRÜN DEMEMİŞTİR. Allah'ın yarattığı cana kıymak, asla ilahi bir görev değildir; aksine, bu yolda yürüyenler büyük bir yanılgı içindedir.

Allah’ın yaratmış olduğu cana kıyanlar bunu yaparak Yahve’ye veya Hz. Musa’ya yaranacaklarını düşünüyorsa fena halde yanıldıklarını mutlaka göreceklerdir.

ŞAFAK TUNÇ / TARİHÇİ YAZAR

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve nethaberler.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.