Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

MUSA KARADEMİR’DEN ORTA ASYA MEKANİZMASINA YÖNELİK DENKLEMLER…

AVRUPA BİRLİĞİ MODELİNDE ORTA

AVRUPA BİRLİĞİ MODELİNDE ORTA ASYA’DA YENİ BİR ENTEGRASYON SÜRECİ: 

ORTA ASYA EKONOMİK BİRLİĞİ (OAEB)

Önsöz

Bu makaleyi ilk defa 2009 yılında, VIP Diplomat isimli bir dergide kaleme almıştım. Aradan geçen 14 yılda, hem Orta Asya’da hem de Türk Dünyası’nda önemli gelişmeler ve birlikler oluşmaya başladı. Özellikle dünyanın aksının Atlantik’ten Pasifik’e kaymaya başlamasıyla hem Avrupa Birliği, hem de ABD yenidünya düzenin de ekonomik, siyasi ve askeri üstünlüğünü kaybetme riskiyle karşı karşıyadır. Bu değişimler ışığında, “Avrupa Birliği Modelinde Orta Asya’da Yeni Bir Entegrasyon Süreci: Orta Asya Ekonomik Birliği (OAEB)” makalesini yeniden hatırlamak ve böyle bir birliğin oluşmasına ne kadar yakın olabileceğimizi zihinlerde ve devlet aklında tartmak gerekir. 

Giriş;

Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte ortaya çıkan yeni konjonktürün değerlendirmesi ve yorumlanması, uluslararası ilişkiler bilimiyle ilgilenen akademisyen ve uzmanları her zaman heyecanlandırmıştır. 

Uluslararası ilişkiler, dış politika, Avrupa Birliği, strateji bağlamında makaleler yazmaya başladığımda, ilk önemli makalemi 2007 yılında, VIP Diplomat Dergisi’nde “Orta Asya Ekonomik Birliği (OAEB)” üzerine yazmıştım. Makale o dönemde kamuoyunda tartışılmıştı. Aynı makaleyi daha sonra tebliğ haline getirip, Kocaeli Üniversitesi tarafından 2017’de düzenlenen, Avrupa Ekonomi Kongresi (European Congress on Economic Issues- ECOEI)’nde sunmuştum. Makalenin hem akademik çevrelerde, hem de kamuoyunda tartılmasına müteakip aynı makalem, 2018’de yayınlanan “Karadeniz Jeopolitiği” isimli kitapta da yer almıştı.

Bugün, Rusya-Ukrayna Savaşı’nın genel ve çarpan etkisi ve Türkiye’nin konumlanması, başta siyasi olmak üzere, askeri, ekonomik, diplomatik ve hatta toplumsal düzlemdehissedilmektedir. 

Türkiye bu minvalde, bölgesel gücünü kullanarak, Batı (Atlantik) ile Doğu (Pasifik) arasında denge (balance) olmaya çalışırken, ayrıca güçler dengesinde (balance of power) yerini perçinleme çabasındadır.

Batı’nın NATO üyesi olan Türkiye’ye karşı düşmanca tutumu ve Türkiye’nin bundan duyduğu rahatsızlık, Türkiye’yi Pasifik İttifakı’na doğru yönlendirmiştir. Eylül 2022’de yapılan Şanghay İşbirliği Örgütü toplantısındaki görüntüler ve konuşmalar, gelecek on yılın da bize işaretlerini sunmaktadır. 

Tam da bu noktada, 15 yıl önce yazdığım, Avrupa Birliği modeline benzer bir birliğin, Orta Asya’da kurulması gerektiği kanaatindeyim.

1. Avrupa Birliği ve Türkiye

1.1. AB Tarihçesine Kısa Bir Bakış

Türkiye, Osmanlı’dan bu yana neredeyse üç yüz yıla yakındır Avrupalı olmak için çaba sarf ediyor. Cumhuriyet sonrasındaise Avrupalı olma fikri: “Batılılaşma” veya “muasır medeniyet seviyesi” olarak tanımlandı ve bu yolda önemli ama yavaş ilerlemeler kaydedildi. Bizler Cumhuriyet Dönemi’nde, Batılılaşma ve değişim için uğraşırken, Avrupa’da boş durmadı. Avrupalı siyaset, bilim ve felsefe insanları, Avrupa’yı “bütüncül” hale getirecek fikirleri ve görüşleri tartışmaya başladı. 

Nitekim bu tartışmalar, Avrupa’yı yeni bir oluşuma yöneltti.Bu oluşumun adı, Birleşik Avrupa’ydı. Birleşik bir Avrupa’nın varlığı demek, Avrupa’yı bir daha savaşmayacak şekilde bir araya getirmek demek oluyordu. Gerçekten de Avrupa Birliği’ne giden yolda ilk adım “Schuman Deklarasyonu (9 Mayıs 1950)” oldu. Jean Monnet ile birlikte hazırlanan bu “Deklarasyon” ile AB’nin temelleri atılmış oluyordu. Önce 1951’de Avrupa Kömür Çelik Topluluğu (AKÇT), ardından 1957’de Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (AAET) kuruldu.Bu iki örgütün özelliği ise “suprarasyonalist” olmasıydı. 1958yılına gelindiğinde ise Avrupa’da dönüşüm süreci yaşandı ve Roma Antlaşması ile yeni bir yapılanma modeli oluşturuldu: “Avrupa Ekonomik Toplulukları (AET)”

AKÇT ve AAET, AET’nin tek çatısı altında birleştirildi. Böylece 3 Yapılı bir AET oluştu. Her biri için Karar Mekanizmaları (Konsey ve Komisyon) kuruldu ve kararlar suprarasyonel (uluslarüstü) bir anlayışla alındı.  1961’de, AKÇT, AAET, AET, (karar mekanizmaları da dahil olmak üzere) tümüyle birleştirildi ve Avrupa Ekonomik Topluluğu(AET) adını aldı. Bundan sonraki süreçte ise 1987’de Tek Avrupa Senedi kabul edildi. Tek Avrupa Senedi ile ekonomik entegrasyonun en önemli ayakları sayılan ve 4S olarak formüle edilen, Malların Hizmetlerin, Sermayenin ve Kişilerin Serbest Dolaşımını kapsayan yapı tamamlanmış sayıldı. Hemen ardından da parasal birlik yolunda ECU ile önemli adım atıldı. (ECU daha sonra EURO olarak değişti)

Sonuç olarak temelleri 1951 yılında atılan Avrupa Birliği fikrinin ilk aşamasının Birincil amacı olan “Avrupa’da güvenlik ve sosyal ilerlemeyi sağlayan ekonomik ve politik bir birlik ve ikincil hedef olan “ortak politik ve ekonomik girişimleri güvence altına almak için ulusal egemenlik haklarının kısmen devri” Tek Senet ile gerçekleşmiş oldu. Ekonomik Entegrasyon tamamlanmıştı.

Sıra bu başarının üzerine “siyasi entegrasyonu” inşa etmeye gelmişti. Siyasi entegrasyonun ilk harcı kabul edeceğimiz tarih ve olay da 1993 Maastricht Antlaşması’dır. Bu Antlaşma, Parasal Birliğin tamamlanması ile Ortak Dış Güvenlik, Ortak Dış Politika, Avrupa için Anayasa ve Avrupa Vatandaşlığı kavramlarını uygulamayı amaçlayan hedefler koyuyordu. 

Maastricht Antlaşması’ndan sonra sırasıyla, AB’nin Temel Belgeleri olarak kabul edilen, 1999 Amsterdam, 2003 Nice, 2007 Lizbon Antlaşmaları imzalandı. 2005’de Avrupa Parlamentosu tarafından Avrupa Anayasası Kabul edildi.Ancak tüm üye ülkelerde onaylanmadığı için, yürürlüğe giremedi. Maastricht Antlaşması ve ardından yapılan tüm bu çalışmalar, hatta tartışmalar, AB’yi siyasi entegrasyona götürecek olan çabaların ürünüydü.  

Ancak siyasi entegrasyon süreci, ekonomik entegrasyon gibi kolay işleyen bir süreç olmamıştır. Zira bazı üye ülkelerden art arda gelen “hayır” oyları, AB’yi kendi içinde bir çıkmaza sokmuş ve tartışmalar giderek çatırdamalara dönüşmüştür. Halen de bu kaos sürmektedir. Çözüm için alternatif yollar üretilmeye çalışılmaktadır. 

Görüldüğü üzere, Avrupa Birliği (AB) macerasının temelleri fikirsel düzlemde 1950’lerden başlayarak atılmış, bu fikirler daha sonra eyleme dökülmüştür. 65 yılı aşan bu süreçte Avrupa, önce “Ortak Pazar” olmuş, siyasi birliğe doğru da koşar adımlarla ilerlemiştir.  

Bugün kendi içinde tartışmalı olsa da Avrupa Birliği dediğimiz ve “Avrupa Birleşik Devleti”ne doğru giden bu entegrasyon, “Tek Avrupa”, “Tek Anayasa”, “Tek Avrupa Vatandaşlığı” kavramları ile özdeşleşmiş olarak dünyada “eşi olmayan model” olarak durmaktadır.

1.2. Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri 

Türkiye ile AB arasındaki ilişkiler 1959’da Tam Üyelik Başvurusu ile başlamıştır. 1963’de imzalanan Ankara Anlaşması ise, Türkiye’nin tam üyeliğine ilişkin bir “çerçeve” Anlaşmasıdır. Buna göre de Türkiye, bu Anlaşma ile AB’ye geri dönülmez bir biçimde tam üye olacaktır.

1973’de imzalanan Katma Protokol, Ankara Anlaşması’nın tamamlayıcısı niteliktedir. Katma Protokol ile Türkiye, 12 ve 22 yıllık süreler içinde, 2 ayrı ticari mal listelerinde gümrük indirimine gidecekti. Bu mal listeleri, Türkiye’nin AB’ye tam üye olacağı varsayımı üzerinden yapılmıştır.

1978 yılına gelindiğine ise Türkiye önemli bir kavşak noktasındaydı. Zira iktidarda 42. Ecevit Hükümeti vardı. Yunanistan AB’ye tam üye olmak üzereydi ve AB, Türkiye’nin de tam üyeliğini istiyordu. Hatta o dönemin AET’si (şimdiki AB) bizzat Ankara’ya gelerek “tam üye olun” mesajı vermişti.

Fakat Ecevit bu teklifi kabul etmedi. O dönemin siyasi ve ekonomik konjonktürü içinde geleceği görememenin veya toplama bir Hükümet oluşun getirdiği baskının yüzünden bu ilk altın fırsatı Türkiye değerlendirilemedi. Ardından da tam üyelik konusu uzun bir süre askıya alındı. 1973 ve sonrasında Türkiye, uzun bir dönem AB ile olan ilişkilerini derinleştirmek için çaba sarf etmemiştir. Ta ki 14 Nisan 1987’de Tam Üyelik Başvurusu yapılana dek…  

1987 yılında dönemin hükümeti (Turgut Özal) tarafından “tam üyelik” müracaatı yapılmıştır. Bundan önce Türkiye’de yapılan askeri darbe sonrasında Türkiye-AB ilişkileri, AB tarafından dondurulmuştur. Ancak Türkiye’nin demokrasiye geçiş süreci ve 1983’de genel seçimlerin yapılması ile birlikte ilişkiler normalleşmeye başlamıştır. Fakat bu arada AB’de çok önemli bir siyasi olay oldu ve Yunanistan AB’ye tam üye oldu (1981). Türkiye, ikinci kez AB’ye tam üyeliği elinden kaçırdı.1987 Tam Üyelik müracaatı ve ardından AB’nin verdiği cevap ile gelişen siyasi olaylarla devam eden ilişkilerde ciddi mesafeler alınamadı.

1995’e gelindiğinde, 1973’de imzalanan Katma Protokol’ün22 yıllık mal listelerinde gümrük indirimine gidilmesi gündemdeydi. Türkiye yine bir karar aşamasındaydı. Çünkü 22 yıllık mal listeleri, Türkiye’nin AB’ye tam üye olacağı varsayılarak hazırlanmıştı. Ancak ortada tam üyeliğe ilişkin en küçük bir emare yoktu. Bu durumda Türkiye, ya gümrük indirimine gideceği malların vergi oranlarını iki katına çıkarıp, % 50 indirime gidecekti ya da AB ile Gümrük Birliği’ne girecekti.

Nitekim Çiller Hükümeti, AB ile Gümrük Birliği’ne gitmeye karar verdi. Kamuoyunda “Gümrük Birliği Anlaşması” olarak yanlış bilinen, doğrusunun ise 1/95 Ortaklık Konseyi Kararı (OKK) olan bu Karar ile Türkiye, AB ile “Gümrük Birliği”ne girmiştir.

1 Ocak 1996’dan itibaren geçerli olan 1/95 Sayılı OKK’ndan sonra, Türkiye ile AB arasındaki ilişikler inişli çıkışlı ve soğuk dönemler yaşamıştır. Aynı şekilde AB’de meydana gelen siyasi gelişmeler bunda önemli etken olmuştur.

1996’dan sonra, Türkiye-AB arasındaki ilişkiler, çeşitli diplomatik restleşmelerle, ilişkilerin askıya alınmasıyla, beklentilerle, müzakerelerle ve diplomatik kulisleşmelerle geçti.  Nihayetinde AB, 2002’ye gelindiğinde Türkiye’nin “Tam Üyeliği”ni kabul etmiştir. Ardında da 3 Ekim 2005’te “Tam Üyelik Müzakerelerine Başlama Kararı” almıştır.

Tam Üyelik Müzakereleri, 35 Ana Başlıkta toplanmış, “Fasıllar” halinde aşamalı olarak müzakere edilmektedir. Ancak, AB’nin kendi içinde yaşadığı siyasi çalkantılar, Avrupa Anayasası’na ve Avrupa Vatandaşlığı’na karşı bazı üye ülkelerin referandumla “hayır” demesi, Fransa ve Almanya’nın başını çektiği “Türkiye’ye Hayır” sloganı çerçevesinde, Türkiye-AB İlişkilerinin nereye gideceği ve nasıl sonuçlanacağı belirsizdir.

Bugün geldiğimiz noktada, Türkiye-AB ilişkileri neredeyse durma noktasına gelmiş, yaşanan siyasi krizler, ilerlemenin aşılamaz engellere saplandığını göstermiştir. Avrupalı liderlerin Türkiye karşıtı söylemleri ve hasmane tutumları, Türk dış politikasının Asya’ya doğru kaymasına neden olmuştur. Mültecilerle alakalı Geri Kabul Anlaşması ve Vize Muafiyeti görüşmelerinin sona ermesi, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası, Almanya başta olmak üzere, pek çok AB üyesi ülkeyle (Hollanda, Belçika, Avusturya gibi) diplomatik krizlerin yaşanması, Türkiye’nin geleceğini AB dışında aramasına yol açmıştır.

Son süreçte ise ABD’nin Yunanistan, Irak ve Suriye toprakları üzerinden Türkiye’yi sarmaya çalışması, ABD’nin Yunanistan’da kurduğu askeri üsler, Adalar’ın silahlandırılması, NATO üyesi olan Türkiye’ye düşmanca yaklaşım ve AB’nin tüm siyasi ilişkileri kesmesi, Batı ile Türkiye’nin arasındaki ipleri kopma noktasına getirdi.

2. Avrupa Birliği Benzeri Yeni Bir Yapılanma: Orta Asya Ekonomik Birliği

Orta Asya’nın ekonomik değeri, “ABD ile Rusya arasında bir “bilek güreşi”ne sebep olmaktadır. Ekonomik değerin anlamı, Orta Asya’da siyasi çalkantılar, askeri darbeler, lokal savaşlar, bağımsızlık hareketleri, ekonomik istikrarsızlık demek oluyor. Üstelik bu defa Rusya’nın varlığı soğuk savaşı andırır niteliktedir.

Evet, Orta Asya’da yeni şeyler oluyor. Coğrafyalar yeniden şekilleniyor. Bu defa sürecin içinde sadece Rusya ve ABD yok. AB, İngiltere, Çin, İran, Ukrayna ve Türkiye’de var. Hatta bölünmeyle karşı karşıya olan Suriye de bu oyunun bir parçasıdır. Türkiye içerde kadük görünse de dışarıda rol model gereği etkin ve dinamik bir dış politika izlemektedir. Bu açıdan da Orta Asya’da önemli bir taraftır. Zaten Türkiye, Orta Asya’dan da vazgeçemez.

Bu vazgeçilmez ilkesi nedeniyle, Türkiye, Orta Asya’da ağırlığını hissettirecek yeni politik ve ekonomik açılımlar gerçekleştirmelidir. Bu politik ve ekonomik süreci destekleyecek olan atılım da “Orta Asya Ekonomik Birliği (OAEB)”dir. OAEB, tıpkı AB modelinde tasarlanmalıdır. İleriki zamanlarda ise siyasallaşmaya götürecek kurumsal alt yapıyı şimdiden oluşturmalıdır.

Türkiye öncelikle, her türlü kompleksten arınmış bir şekilde, bölge ülkelerini böyle bir oluşuma davet edecek diplomatik girişimlerde bulunmalıdır. Hatta sadece diplomasi değil, diplomasi dışında bazı kişisel ilişkiler ve dostluklar ile tarih ve kan bağları da kullanılmalıdır. Bu oluşumun zemini hazırlayacak anlatımlar ve sunumlar şüphesiz kafalarda bir alt yapı hazırlayacaktır. 

Daha sonraki süreçte Türkiye, Roma Antlaşması gibi “Kurucu Antlaşma” mahiyetinde bir antlaşma hazırlamalı ve bölge ülkelerini buraya davet etmelidir. Özellikle bölgeye tarihi bağlarla bağlı olan Rusya’yı ikna etmek yerinde olacaktır. Rusya’nın dünyada yalnızlaştırılması ve sadece Türkiye’nin Rusya ile iletişimde olması iyi bir avantajdır. Türk devletlerinin varlığı da ayrıca önemli bir argümandır.

Şunu asla unutmamalıyız. “Olmaz diye bir şey yok”. Düşünün ki, İkinci Dünya Savaşı’nda birbirine düşman iki ülke olan Almanya ve Fransa, AB’nin ana kurucuları ve düzenleyicisi olmuştur. Öyleyse bizde Rusya ile birlikte kurucu iki ülke olabiliriz. Önemli olan inanmak ve ikna etmektir. Orta Asya’nın ekonomik değeri ve bölgede çıkar beklentisi içinde olan bazı ülkelerin varlığı, birleştirici unsurdur. Rusya ve Türkiye’nin bölgedeki bağları bu oluşum için de çok güçlü bir sinyaldir.

Cesur olmak gerekir. Tarihi tekerrür ettirip, bu defa Avrupa için değil, Orta Asya için yeni bir “birlik” oluşturmalıyız. Tarihi nefret ve korkuları olmayan bir bölgede kendimize yol bulmalıyız. Bu projenin hayata geçirilmesi konusunda siyasi irade de ortaya konmalıdır. Akademik düzeyde tezler geliştirilmeli, diplomatik alanda kulislerde dillendirilmelidir.

Şimdi denilebilir ki Rusya böyle bir oluşuma yanaşmaz. Hatta fikirsel ayrılıklardan ve çıkarlarından dolayı Rusya bunu engelleyen taraf olur. Ama şunu unutmamak lazım, İkinci Dünya Savaşı’nın düşman devletleri Almanya ve Fransa, savaştan sonraki süreçte, daha on yıl geçmeden birliğe giden adımları EUROTOM ile atmıştır.

Fikir ayrılığı düşmanlık getirir, ancak fikir ayrılıkları, üretilen politikalar ile her şeyi değiştirir. Rusya’ya bu tezden yaklaşmak lazımdır. En kötü ihtimal ise Rusya’sız yola devam etmektir. Bütün olmazları, korkuları ve kompleksleri bir kenara itmeliyiz. Kurucu Antlaşma’nın hazırlıklarına şimdiden başlayıp, Konsey ve Komisyon gibi işlevsel kabiliyeti yüksek karar mekanizmaları oluşturulmalıdır.

KEİB, Füzyon Antlaşması gibi bir Antlaşma ile Orta Asya Ekonomik Birliği’ne dahil edilmelidir. KEİB bünyesindeki ekonomik kurum olan “Banka” bu oluşumun içine alınmalıdır. Aynı şekilde, KEİB bünyesindeki siyasi kurum olan “Parlamento” yeniden ve daha geniş bir katılımla “etkin” hale getirilmelidir.

Evet, sonuç olarak Orta Asya Ekonomik Birliği süreci belki sancılı olacaktır. Unutmamak lazım ki AB’de birleşme çabaları 65 yıldır devam ediyor. Üstelik Orta Asya’nın şimdiki konjonktürü bu birleşmeye de oldukça müsaittir.

2.1Orta Asya Ekonomik Birliği’nin (OAEB) Kurumsal Yapısı

Kurucu Ülkeler: Türkiye, Rusya, Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan

Katılması Muhtemel ülkeler: Tacikistan, Pakistan, İran, Kırgızistan

Daha İleri Seviyede Katılması Muhtemel Ülkeler: Çin, Hindistan, Ukrayna, Gürcistan, Ermenistan (Rusya’nınUkrayna işgali ve Gürcistan ile olan sorunları, Türkiye’ninErmenistan ile problemleri olduğu için bu üç ülke üyeliği sonradan olabilir. Afganistan ise işgal altında olduğu ve siyasi istikrarsızlıktan dolayı üyeliği şimdilik olmamalıdır)

Genel Amaç: OAEB, dünyada küreselleşme ve bölgesel düzeyde uluslararası bütünleşme yönünde, siyasal ve ekonomik alanda yeniden yapılanma sürecinin bir ürünü olmalıdır. Nihai hedef ise Bölgesel ve uluslararası barıştır. Çoğulcu demokrasiye geçiş, temel hak ve özgürlüklerde genişleme üye ülkelerin amaçları arasında olmalıdır.

Ekonomik Amaç: Malları, hizmetlerin, sermayenin ve kişilerin serbest dolaşımını sağlayacak “tam ekonomik entegrasyon” olmalıdır. Serbest Ticaret Anlaşmalarının ötesinde, Ortak Gümrük Tarifesi, Ortak Dış Ticaret Politikaları oluşturulmalıdır. Ayrıca, 3. Dünya Ülkeleri için ortak Gümrük duvarları kurulmalı, bölgesel, tarımsal ve sanayi alanında işbirliğine gidilmelidir. Çok daha ileri seviyede ise Parasal Birlik’tir.

Parasal birliğin oluşturulma zaruriyeti, Rusya’ya uygulanan ambargoda daha şiddetli hissedilmiştir. Batı, çıkarları söz konusu olunca ambargo kartını her seferinde kullanmaktadır. İran’a on yıllardır uygulanan ambargolar, Türkiye’ye savunma sanayindeki ambargolar bunun en tipik örnekleridir. 

Siyasi Amaç: Bu süreç, çok sancılı olacaktır. Zira OAEB ülkelerinde çok değişik devlet sistemleri vardır. Demokratikleşme, insan hakları ve özgürleri ile gelişmişlik düzeyi bakımından çok geridedir. Ancak yine de “ortak akıl ve ortak çıkarlar” çerçevesinde aşılmaması mümkün değildir.

2.2Orta Asya Ekonomik Birliği’nin (OAEB) Kurumları

2.2.1. Devlet Başkanları Konseyi (DBK)

En yüksek karar alma organı olmalıdır. Zira OAEB sadece ekonomik bir sistem olmayacaktır. Bundan dolayı alınacak kararlar, devlet veya hükümet başkanları düzeyinde olmalıdır.DBK, üye devletlerin genel ekonomik politikalarını koordine edecek, Birlik adına bir veya birden çok ülke ile veya uluslararası kurumlar ile uluslararası anlaşmaları gerçekleştirmek üzere temel politikaları tesis edecektir.Ayrıca, DBK ortak güvenlik ve dış politikaların belirlenmesi ve uygulanmasına ilişkin kararlar alıp üye devletlerin faaliyetlerini koordine etmekle de görevli olacaktır.

DBK, her yıl Aralık ayında toplanmalıdır. Yıllık toplantıya hazırlık amacı ile her üye devletin Dışişleri Bakanlarından olmak üzere, “Alt Konsey” oluşturulmalıdır. Dışişleri Bakanları, altı ayda bir toplanacak, temel ekonomik ve siyasi kararları tespit edecektir. Alınan kararlar daha sonra “Deklerasyon”a dönüştürülecek ve DBK Zirvesi’nde son şeklini alarak, “Bağlayıcı Karar” olarak uygulamaya dönüşecektir. Ayrıca DBK’da her ülke bir oya sahip olacaktır.Ev sahipliği ise ülke adlarının alfabetik sıralamasına göre sırayla yapılacaktır. Ayrıca, sistemin daha iyi işlemesi için “Daimi Sekreterya” oluşturulmalıdır. Daimi Sekreterya Bakü’de olmalıdır.

2.2.2. Orta Asya Ekonomik Birliği Komisyonu (OAEBK)

Komisyon, üye devletlerce atanan üyelerden (komiserlerden) oluşan bir “yürütme organı” olmalıdır. Komisyon’un görev süresi beş yılla sınırlandırılmalı ve DBK Zirvesi’nde alınan kararların yürütülmesini sağlamalıdır. Komisyon ayrıca, Dışişleri Bakanları toplantısı ile Devlet veya Hükümet Başkanları toplantısına hazırlık da yapar. OAEBK, bir Komisyon Başkanı ve her ülkeden atanacak 2 üyeden oluşmalıdır. Komisyon, üye ülkelerin değil, Birliğin çıkarını gözetmelidir ve kendi ulusal hükümetlerinden tamamenbağımsız olarak davranmalıdır.

Komisyon, Kurucu Antlaşmaların ve daha sonra genişletilecek olan yeni Antlaşmaların koruyucusu olmak ve çıkarılacak olan yasa, yönetmelik ve mevzuatın doğru uygulandığını güvence altına almakla görevlidir. Şayet üye ülkeler, çıkarılan mevzuatları uygulamaktan imtina ederlerse, Komisyon bir raporla bunu DBK’ya sunar ve gerektiğinde yaptırım uygulayacak sistemler kurar.

Komisyon, Birliği harekete geçiren organdır. Yasama sürecini başlatmada tek yetkilidir. Bu yetkisini de DBK’dan almalıdır. Bunlara ek olarak Komisyon, Birliğin icra organı rolüne sahipolması gerekir. Politikaların uygulanmasını gözetmeli ve OAEB’nin mali kaynaklarını yönetme yetkisine sahip olmalıdır.

Komisyon yürütme organı olarak, DBK’nın aldığı kararları uygulayacaktır. Aynı zamanda da OAEB’yı dış ilişkilerde temsil etmelidir. Komisyon’un daha iyi çalışması için, Komisyon’daki üyelere bağlı alt birimler kurulmalıdır ve bu Komisyon’un merkezi de İstanbul’da olmalıdır.

2.2.3. Orta Asya Ekonomik Birliği Parlamentosu (OAEBP)

Parlamento, başlangıçta “Danışma” niteliğinde olmalıdır. Daha sonraki gelişmelere göre, yetki ve alanını genişletmek mümkün olacaktır. Parlamento beş yılda bir yenilenmelidir. Parlamentonun yapısı, başlangıç için seçimle değil, üye ülkelerin kendi parlamentolarından gönderecekleri üyelerden oluşmalıdır. Ancak üyeler herhangi bir siyasi görüşü temsilen gönderilmemelidir. OAEB’nin felsefesine inanmış üyelerin gönderilmesine dikkat edilmelidir.

Parlamento’nun üç temel yetkisi olmalıdır. Yasama, denetim ve bütçe. Bu çerçevede Parlamento Komisyon’un önerilerini inceler ve Konsey ile birlikte yasama sürecine katılır. Fikir ve önerilerde bulunur. Ancak bağlayıcı değildir. Ayrıca gerekirse yönelttiği yazılı veya sözlü sorulara, başta Komisyon olmak üzere tüm OAEB organları cevap verir. OAEB’nin yıllık bütçesini onaylamak ve uygulanmasını denetlemek suretiyle Konsey’e bilgi verir. Yetki Konsey’dedir. Türkiye ve Rusya on beş parlamenter, diğer ülkeler ise onar parlamenter göndermelidir. Merkezi ise Moskova’da olmalıdır. 

2.2.4Orta Asya Kalkınma Bankası veya Fonu (OAKF)

Orta Asya’da başta enerji olmak üzere, alt yapı hizmetleri, ileri teknoloji ürünlerin geliştirilmesi, ortak savunma Ar-Ge çalışmalarının yürütülmesi, yazılım ve siber güvenlik alanlarında yatırımların ve Endüstri 4.0/5.0 alanlarında yapılacak olan yatırımların fonlanması ve girişimciliğin desteklenmesi amaçlı bir banka veya fonun oluşturulması yerinde olacaktır.

2.2.4. Diğer Organlar

OAEB’nin bu üç temel organı dışında, ekonomik ve siyasi entegrasyonun gerçekleştirilmesi için alt komiteler kurulması mümkündür. Bunlar, OAEB Bankası, Bölgesel Kalkınma Ajansı, OAEB Mahkemesi, Yatırım ve Kalkınma Fonu gibi temel organlar olabilir. 

2.3. Karar Alma Mekanizmaları

Oy Birliği Esası; Yeni üyelerin kabulü, uluslararası anlaşmaların onaylanması, ortak savunma ve ortak dış politikanın belirlenmesinde bu sistem kullanılmalıdır.

Oy Çokluğu Esası: OAEB’nin iç işleyişi bakımından alınacak kararlarda toplam üye ülkelerin yarısından bir fazlasının oyları ile alınmalıdır.  

Bunun dışında, OAEB’nin işleyişini genişletmek için hangi Bakanların hangi Konsey toplantılarına katılacağı ve ele alınacak konuların belirlenmesi yararlı olacaktır.

3Orta Asya Ekonomik Birliği (OAEB)’nin Geleceği ve Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ)

Görüldüğü üzere, şimdilik bir ütopya gibi görünen bu birleşme, aslında hiç de uzak değildir. Bu entegrasyonun ekonomik başarı sağlaması, beraberinde siyasi birliğe evrilmeyi de getirecektir. Karadeniz bölgesi, zengin enerji kaynakları ile Orta Asya ve Orta Doğu arasında tampon konumdadır ve dolayısıyla da stratejik bir öneme haizdir. Başta ABD olmak üzere, İngiltere, Fransa ve Almanya da bu bölgelerde söz sahibi olma çabası içindedirler. Orta Doğu’da Irak ve Suriye kaynaklı karışıklıklar, alfabeye sığmayan onlarca farklı siyasi ve terör grupları, Orta Doğu’nun kan gölüne ve bataklığa sürüklenmesine neden olmuştur. Demokratikleşme ve insan hakları kisvesi altında başlatılan Arap Baharı, bu süreci hızlandırmış, Büyük Orta Doğu Projesi (BOP), bölgenin haritalarını değiştirmeye namzet bir kaos planı olarak devreye sokulmuştur. 

Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice; “İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından, Amerika kendini Avrupa’nın uzun soluklu değişimine adadı. Siyasetçilerimiz, savaşın getirdiği ölümler ve yıkımları (yüzbinlerce Amerikan kaybı da dahil olmak üzere) inceleyip araştırarak başka savaşın düşüncesinin bile yer alamayacağı yeni bir Avrupa için işe koyuldular. Biz ve Avrupa halkı kendini demokrasi ve refaha adadı, sonuç olarak birlikte başardık.

Bugün, Amerika ve müttefikleri kendilerini dünyanın bir başka yerindeki uzun soluklu değişimlerden bir tanesine hazırlamalıdır: Orta Doğu. 22 ülkeden oluşan ve toplamda 300 milyonluk bir nüfusa sahip olan Orta Doğu, 40 milyon nüfuslu İspanya’dan daha düşük bir toplam gayri safi yurt içi hasılaya sahiptir. Bu bölge, Arap aydınların politik ve ekonomik bir “özgürlük açığı (eksiklikliği)” diye adlandırdığı şeyler dolayısıyla geri kalmaktadır. Tüm bu faktörler, bölgenin istikrarsızlığı için ana sebepler olmakla birlikte, Amerika’nın güvenliğine de sürekli bir tehdit oluşturmaktadır. Bizim işimiz, Orta Doğu’da daha ileri demokrasi, hoşgörü, refah ve özgürlük arayanlarladır.* Diyerek, tüm Orta Doğucoğrafyasında, yeniden haritalar çizmek üzere, Irak ve Saddam Hüseyin’i hedef alarak, BOP’u başlatmışlardır. Ardından yaşanan Arap Baharı ise Mısır, Libya, Tunus, Cezayir’de rejim değişikliğine, Irak ve Suriye’de ise parçalanmaya doğru gitmiştir. 

Karadeniz, Avrasya’nın kilidi veya başka bir deyişle giriş kapısıdır. Bölgenin güvenliği tüm Asya coğrafyasının güvenliği anlamına gelmektedir. Siyasi, askeri, ekonomik alanda geleceğin coğrafyası şüphesiz, Atlantik’ten, Pasifik’e geçmektedir. Bu durum hem Karadeniz hem de Orta Asya’nın jeopolitiğini ve güvenliğini daha da önemli hale getirmektedir.Bu açıdan değerlendirildiğinde, ŞİÖ yanı sıra, Orta Asya Ekonomik Birliği de kurulmalı hatta ŞİO ve OAEB, birlikte çalışmalıdır. 

Soğuk Savaş sonrası, son on yılda dünya güvenliğini tehdit eden pek çok olaylar meydana gelmiştir. Orta Doğu’nun hedeflendiği ve sonrasında da Orta Asya’nın güç dengelerini yeniden şekillendirmeyi hedef alan küresel aktörler, Çin ve Rusya hegemonyasını kırmak için, Orta Asya’nın yeni oyun alanı olarak kullanmaya çalışmaktadır.

ABD ve AB’nin, Ukrayna ve Gürcistan üzerinden oynadığı oyun, Rusya engeline takılmıştır. Aynı şekilde Çin ve Rusya’nın Suriye’de Esat yanlısı tutumu, enerjide Batı’nın gereken üstünlüğünü sağlayamadığının göstergesi olmuştur.

Orta Asya Ekonomi Birliği, Asya Bölgesi’nin koruyan yeni bir son derece önemli bir organizasyon olabilir. Ekonomik, siyasi ve askeri bakımdan son derece güçlü bir bölge olması, enerji kaynaklarının etkin ve yerinde kullanılmasına ve bölgede Orta Doğu benzeri savaşlar, etnik bölünmeler, mezhep veya din savaşlarının olmamasına zemin hazırlayacaktır. Orta Asya’yı, bir nevi Geniş Karadeniz (Wider Black Sea) olarak ele almak ve hatta Karadeniz bölgesini, “Geniş Orta Doğu” (Wider Middle East)’nun bir parçası olarak görmekte gerekir. 

20. YY başlarında biri çıkıp, “Avrupa birleşecek ve tek bir Avrupa’ya doğru gidecek” deseydi, herhalde deli muamelesi görürdü. Ama küreselleşmeyi yaşayan dünyada bölgesel entegrasyonlar giderek artıyor. Bu yapılanmalardan bir tanesi de Orta Asya jeopolitiğine ve güvenliğine katkı saplayacak olan Orta Asya Ekonomik Birliği’dir.

http://mepanews.com/analiz/5790-2003-te-yazilan-bir-makale-ortadogu-da-22-uelkenin-sinirlari-degisecek-1.html. Condoleezza Rice, ABD Dışişleri Bakanı olarak, 7 Ağustos 2003 yılında The Washington Post Gazetesi’ne yazdığı makaleden alıntılar.

Hnr. Dr. Musa Karademir

BDU Uluslararası Diplomatlar Birliği Başkanı

United Kingdom EODP Türkiye Başkanı ve İyi Niyet Büyükelçisi

TÜRFED Federasyonu Kurucu Genel Başkanı

TÜKON Tüketiciler Konfederasyonu Kurucu Genel Başkan Yrd.