Türkiye’de demokrasinin başlangıcını, Cumhuriyetin kurulması ve anayasada tanımlı şekli ile başladığını söylersek çok da yanılmayız. Elbette Osmanlı Devleti’nde de demokrasiye, eşitlik, özgürlük gibi hak arama mücadeleleri olmuştur.
Anayasa’nın birinci maddesi “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.” Der ve cumhuriyetin niteliklerini ikinci madde de şöyle tanımlar: “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”
Türkiye’de çok partili sisteme geçişle hızlanan demokrasi hareketleri, 1950’lerden başlayarak günümüze kadar, sancılı, üzücü, hüzünlü, tarihsel hatalar ve yüzleşme korkularıyla doludur.
Hem dünyada, hem de Türkiye’de 1960-1970 ve 1970-1980’lere kadar, demokrasiyi korumak adına, demokrasi, özgürlük, eşitlik isteyen kitleler acımasızca bertaraf edilmeye çalışıldı.
Türkiye’de de yapılan şey aynıydı. Hem sağdan, hem soldan idam edilen genç fidanlar, “asmayalım da besleyelim mi” diyen zihniyet, post-modern darbeye alkış tutanlar dahiltoplumun geneli, “demokrasiyi” toplumsal bir yaşam biçimi olmaktan çıkarmış ve amaca giden bir araç olarak görmüştür.
Sandık demokrasisi, özellikle 1980’den sonra, Türk toplumunun benimsediği kültür koduna dönüşmüştür. Seçim dönemi hariç, toplumun önemli katmanları yok sayılmış, sivil toplum kuruluşlarının hak arama mücadelesine engeller çıkarılmış ve ötekileştirme yoluyla topluma nefret duyguları pompalanmıştır.
Demokrasinin tam yerleşmediği ve bir avuç çıkar gruplarına veya baskın gruplara hizmet ettiği ortamda, iktidarlar veya iktidar adayları vatandaşın (seçmenin) önüne seçim sandığını koyarlarken, siyaset kurumunun köhnemiş, değişim ve dönüşüme ayak uyduramamış yapısına yapışıp kalanlar, sandıktan çıkan sonuçların şekillendirdiği siyasi atmosferde, vatandaşı yok saymış ve yurttaşsız bir siyaset izlemiştir.
Seçim sonrası vatandaş, verilen vaatlerin gerçekleşmesini beklerken, bir yandan ekonomik mevcudiyetini korumak telaşına düşmeye veya bir iş bulmaya, bir yerlere atanmaya ve torpil karşılığı işe başlamaya meyilli haline getirilmiştir. Kısacası vatandaş, kendi eliyle seçtiği politikacıya muhtaç hale getirilmiştir.
Sandık demokrasisi, tek başına demokrasi değildir. Ekonomide gelir dengesi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, özgürlük, eşitlik, liyakat, iyi yönetişim, eşit eğitim, eşit sağlık hizmetleri demektir. Rant odaklı siyasetten, ahlak ve hizmet odaklı siyasete geçiş yapmak demektir.
31 Mart seçimleri bize gösterdi ki sandık demokrasisinden, halk demokrasisine geçiş süreci başladı. Toplumun bütün dışlanmışları veya ötekileştirilmişleri, “ben de buradayım” mesajı vermiştir. Bu seçimleri siyaset sosyolojisi, hukuk, sosyoloji, ekonomi, psikoloji gibi farklı multidisiplinerpencerelerden değerlendirmek mümkündür ama işin finali yön eylemdir.
Toplumun bütün kesimlerine kulak verilmesi bir zaruriyettir. Genci, yaşlısı, çalışanı, emeklisi, sandık demokrasisinden, geleceği parlak birinci sınıf bir ülkede yaşamak istiyor. Ülkeden gitmek yerine, kalmayı ve doğduğu topraklarda kök salmayı arzuluyor.
Hnr. Dr. Musa Karademir
BDU Uluslararası Diplomatlar Birliği Başkanı
United Kingdom EODP Türkiye Başkanı ve İyi Niyet Büyükelçisi
TÜRFED Federasyonu Kurucu Genel Başkanı
TÜKON Tüketiciler Konfederasyonu Kurucu Genel Başkan Yrd.
YORUMLAR